Yıldırım Bayezid'in en küçük oğludur. Rumeli'nde akıncı beyliği yapan ve pek çok harp görmüş bir yiğitti. Timur'a karşı diğer kardeşleriyle birlikte babasının yanında savaştı. Harbin sonunda babasıyla birlikte Timur'a esir oldu. Yıldırım, Akşehir'de vefat edince Timur, Musa Çelebi'yi yanına babasının cenazesini de katarak serbest bıraktı. Neşri'ye göre Musa Çelebi buradan Kütahya'ya gelerek bir müddet Yakup Çelebi'nin yanında kaldı. Yıldırım'ın cenazesi bu süre zarfında Kütahya'da geçici olarak muhafaza edildi. Daha sonra Mehmed Çelebi kardeşini ve babasının cenazesini Yakup Çelebi'den istedi. Bir müddet abisi Mehmed Çelebi'nin elinde kalan Musa Çelebi, diğer abisi Emir Süleyman'ın Mehmed Çelebi ile mücadelesi sırasında serbest bırakılınca Rumeli'nden bulduğu destekle ilk ikisinde Emir Süleyman'a yenilse de son mücadeleyi kazarak Emir Süleyman'ı orradan kaldırıp Edirne'de saltanatını ilan ederek para bastırdı. Emir Kök Şah melik'i vezir, Simavna Kadısı oğlu Şeyh Bedreddin'i kazasker ve Mihaloğlu Mehmed Bey'i beylerbeyi tayin etti. Önce topraklarını yağmalayan Sırp Despotu Stephan Lazareviç'in üzerine yürüyerek pek çok kalesini aldı. Sonra ortamın karışıklığından faydalanan Bizans üzerine yürüyerek beklenmedik şekilde İstanbul'u kuşattı. Fakat bu esnada bazı adamları kendisini terketti. Kuşatma bu sebepten sonuçsuz kaldı. Vazgeçmedi. Bu kez üzerine gelen Mehmed Çelebi'yi yendi. (m. 1412) Yine bazı adamları kendisini terkedip Sırplara sığındı. Mehmed Çelebi'nin hava muahalefeti sebebiyle üzerine gelememesini fırsat bilip Sırpların üzerine yürüdü. Pek çok şehir ve kale ele geçirdi. Ardından Arnavutluk üzerinden Selanik'teki Süleyman Çelebi'nin oğlu Orhan üzerine yürüdü. Sırp Despotunun Mehmed Çelebi'ye Musa Çelebi karşısında teklif ettiği ittifak karşılık gördü. 5 Temmuz 1413'te bu ittifak karşısında son mücadelesini verip yaralı halde ele geçirilip boğdurularak öldürüldü.
Türbe'ye girenler sadece türbenin ait olduğu kişiye daha doğrusu bilir bilmez en büyük sandukaya odaklandıklarından ve ne yazık ki bu İstanbul'u dahi kuşatmış fakat bahtı kara yiğidin levhasını okumadan, kim olduğunu merak etmeden yanından geçip gidiyorlar. Türbenin bize söylediklerine kör ve sağır olarak çıkıp gidiyorlar. Zaten halkımız yalan değil ya bu gibi şeylerle pek ilgilenmiyor. Birkaç zafere, bir kaç kulaktan dolma bilgiye, konudan bîhaber bir hocadan duyduğu alakasız bir menkıbeye daha fazla itibar ediyor. Aynı türbede ayrıca Eğrigöz dolaylarında Yavuz'un emriyle öldürülen kardeşi Şehzade Korkut da yatmakta. Bir gün de ondan bahsederiz kısmet olursa.
Sözlerimi manalı olması açısından Kanuni'nin şu beytiyle bitirmek istiyorum:
"Tâc-ü taht-ü zûr-i bâzûya, Muhibbî bakma gel
Hîç bilür misün ki şimdi kandedür Behrâm-ı Gûr”
(Tâca, tahta ve kudretine bakma Muhibbî gel
Hiç bilir misin ki şimdi nerededir Behrâm-ı Gûr)
Saygılar... 13.09.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder