21 Mayıs 2018 Pazartesi

Kobak Dibi Çeşmesi Kitabesinin Hazin Hali

Çeşmenin Genel Görünümü.
Daha evvel genel durumunu paylaştığımız (yukarıda) Kobakdibi Çeşmesi hakkında bir vesileyle kitabe çalışması yapmak istedik. Üzerine çirkin bir biçimde ve asıl hüviyetinden uzak "Fuat Paşa Mahallesi Çeşmesi" yazılmış olsa da çeşmenin asıl adı bilindiği üzere Kobakdibi Çeşmesi'dir. Adnan Menderes Bulvarı üzerinde ve Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nün karşı çaprazında, yani adını aldığı Kobak Caddesi'nin nihayetinin tam karşısındadır.

Kitabenin 1 ve 3. kartuşu.
Kitabenin 2 ve 4. kartuşu.
Mevcut çalışmaların ünlülerine bakıldığında, çeşmeden bazılarında söz edildiğini, bazılarında ise adının geçmediğini görüyoruz. Halbuki üzerinde dört kartuş içinde kitabesi bulunan bu çeşmenin bir şekilde kayıtlara geçmiş olması gerekirdi. Ne yazık ki üstünkörü çeşmeden bahseden çalışmalarda da kitabesini okuma zahmetine girişilmemiştir. Şimdi mi? Şimdi sonuç şu: Kitabe metninde yer alan harflerin kendileri ve birleşim yerleri zamanla kırılarak düşmüş, bazı noktalar tamamen silinmiş ve ne yazık ki bu tarihi çeşmeye ait kitabe bir iki kelimesi dışında artık tamamen okunamaz hale gelmiş. Zaten modern(!) dokunuşlar ile asıl hüviyetinden iyice uzaklaştırılmış çeşmenin geriye kalan yegane değerli şeyi olan kitabesi de elimizden böylece kayıp gitmiş sözün özü. Yazık!

Okuyabildiğimiz kısmı yalnızca şunlardır;

1 - Yapınca ..(Kara?) oğlu Hacı Mehmed bu ....
2 - ...........................................................
3 - ........... bu beyti .................. etti .........
4 - ...........................................................

Kitabenin Genel Görünümü.
Pek çok il tarafından gönüllü ve yetkin teşekküllerce yahut üniversiteler veya diğer kamu kurumları aracılığıyla il kültür envanterleri tamamlanmış, tarihi değeri olan, kitabesi bulunan ve kültür mirası olarak değerlendirilen her bir eser kayıt altına alınıp yayınları yapılmıştır. Peki Kütahya'da? Şişş! Aman ses etmeyin. Kimin umurunda bu şehrin eserleri?! "Şehzadeler Şehri" sloganına devam, eserler yok olsa da olur.

Saygılar...
21.05.2018

18 Mayıs 2018 Cuma

Hamamcı Hacı Hüseyin Ağa Çeşmesi

Hamamcı Hacı Hüseyin Ağa Çeşmesi
Eski hükümet konağı civarında, Zeryen Sokak ve Mahvel Sokak'ın kesiştiği yerde artık bir binanın parçası gibi görülen bir çeşme vardır. 255 yıllık bu çeşme Kütahya'nın kitabeli çeşmelerinden olmakla birlikte dönem mimarisini yansıtan ve aynı dönem ilimiz diğer örneklerine oldukça benzeyen kemerli bir mimari örneğidir. Kemer tipi ve bu kemeri taşıyan ayaklar geçenlerde paylaştığımız ve kemeri değilse de son derece buna benzer kemer ayakları duran Divan çavuşu Abdurrahman Ağa'nın çeşmesini andırır. Çeşme miladi 1763/64'te Hamamcı Hacı Hüseyin Ağa tarafından yaptırılmış. Kitabedeki son satırından çeşmenin H. 1177'de ilk defa yaptırıldığı fakat sonradan tamir edildiği anlaşılmaktadır. Çeşmenin kitabesi şudur;

Mâşâallah
Bârekellah kıldı hayrât Hamamcı Hacı Hüseyin Ağa
Cihânı kıbleye karşı bî-misâl çeşme-i bahâ
Âb-ı revân zemzem içenlere âb-ı hayât ola
Bin yüz yetmiş yedi senesi bünyâd-ı târihi evvelâ (M. 1763/1764)

Saygılar...

18.05.2018

10 Mayıs 2018 Perşembe

Keçecizade İzzet Molla Dahi Yerde Kalır Bu Şehirde!


Divan şiirinin son büyük üstadı olarak gösterilen Keçecizade İzzet Molla'nın, ki Sadrazam Fuad Paşa'nın babasıdır, Kütahya'da sürgün iken Mevlevihanenin tamir faaliyetleri yanında sonraki yıllarda bir de çeşme yaptıran ve II. Mahmut üzerindeki nüfuzu ile tanınan meşhur Halet Efendi'nin çeşmesine düşürdüğü iki tarihten kitabe olarak kazınanının, tabi çeşme ortadan kaldırılmış olduğu halde, bugün çini müzesi bahçesinde duvara dayalı olarak öylece durduğunu biliyor muydunuz?

"İzzetâ söyledim ebnâ-yı sebîle târih
Çeşme-i Halet Efendi'den al iç ayn-i zülâl
1230" (M.1814/15)

Muhtemelen hayır! Fakat üzülmeyin, bu detayları zaten çok yüksek ihtimalle müze görevlileri ve diğer yetkililer de bilmiyor. Bu alanda sergilenen taşlar, Çini Müzesinin değil, Müze Müdürlüğünün envanterine kayıtlı. Malumunuz Müze Müdürlüğü de aynı bahçede yer alıyor. Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü de var tabi üst kurum olarak fakat ayıp en başta müzeye ait. Sonra ilgili müdürlük ve tabi bu kitabeleri çalışmayan üniversitemiz ve akademisyenlerimiz gelir. Keçecizade'nin bir de torununun mezar taşı var aynı alanda fakat o da başka bir bahis. [Bu arada kırılan Mustafa Necib Paşa'nın mezar taşı tamir edilmiş nihayet. Bundan sebep teşekkür ederim emeği geçenlere.]

Kütahya gibi divan şiirinin kuruluş ocağı, Anadolu'nun ilk Türkçe kitabelerinin sahibi olan beyliğin merkezi ve Şeyhî'nin memleti bir kentte, o yüksek kültürden eser kalmadıktan sonra İzzet Molla'nın kitabesi yerde kalmış çok mu?! Fazlaca birşey yazmayacağım bu hususta. İki çift laf söyleyip İzzet Molla'nın diğer düşürdüğü tarihi de söyleyip konuyu bitireceğim. Takdiri de size bırakacağım.

Kütahya Müzesinin envanterinde onlarca kitabeli taş var. Bunlar yıllardır domino taşı gibi ilgili alanda dururlar. Geçtiğimiz yıl müzemiz her ne kadar içi yanlışlarla dolu olup bu sebepten kaynak değeri ortadan kalkmış olsa da bir işe kalkışıp bu taşların büyük kısmını yayınladı. Büyük kısmını diyorum çünkü yayın döneminde burada olup da artık ne sebepten olduğunu bilemediğim şekilde bu yayına girmemiş taşlar var. Bu kitabe de onlardan biri. Müzemiz iyi-kötü nihayet üstüne düşeni yapıp bu taşların tanıtımını yapmış oldu. Peki muhatapları bundan vazife çıkardı mı? Cevap net: Hayır! Hala bir çalışma göremedik zira. Oysa ne bilgiler var bu şehirde, ne detaylar...
Çeşme, tarih itibariyle Halet Efendi'nin sürgünlüğünden sonra yapılmış olmalıdır. Zira düşürülen hicri 1230 tarihi, miladi olarak 1814/15'e denk gelmektedir. Halet Efendi'nin Kütahya sürgünü ise 1808-1809 arasında 1 yıllık bir süredir. Keşke o döneme dair elimizde yerel bir kaynak metin olsa resmi evrak haricinde. Acaba Halet Efendi burayı da karıştırmış mıdır? Kim bilir... Belki!

İzzet Molla'nın bu kitabeden ayrı, aynı çeşme için düşürdüğü ikinci tarih ise şudur:

"Eyleyüb işrâb bânisin dedim târihini
Âb-ı dilcû çeşme-i Halet-fezâ oldu revân
1230" (M.1814/15)

Son olarak Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinden İzzet Molla ve Halet Efendi maddelerinin linklerini de aşağıya bırakıyorum. Merak edenler için doyurucu bilgiyi havidir.

Keçecizade İzzet Molla için:

Halet Efendi için:

Saygılar... 

Kütahya - Meydan Mahallesi Arslan Bey Camii

Kütahya - Meydan Mahallesi'nde bulunan Arslan Bey Camii'nin restorasyon sonrası hali.
Daha evvelden küçük bir haziresi de bulunan bu caminin mezar taşlarının istinat duvarında kullanılmış olduğu iddia edilmişti. Bu hazirenin eski şadırvan alanı civarında olduğu aktarılmaktaydı. Restorasyonda bu taşlardan herhangi bir iz bulunamadı sanırım. Zira ortada ne taş ne de hazire izi var. 

Eski Şadırvan Alanı
Merdivenli bir alan oluşturulmuş eski şadırvan bölgesine. Şadırvanlar ise diğer cepheye alınmış. Açılış günü Sayın Hüraata'nın söyledikleri bazı noktalarda çelişti kanaatindeyim. Yeniden ilave yapı vs şeklinde açıklamalarda bulunmuştu ki geriye dönük paylaşımlara (https://www.facebook.com/ktkp43) baktığınızda ilgili videoyu görürsünüz. Cami şu haliyle son derece şirin ve de tarihi görüntüyü veriyor kanaatindeyim. Bilmem mahalleli ve sizler ne düşünürsünüz? 


Bu arada kaçımız biliyor acaba bu caminin bânisi Bicar oğlu Arslan Bey'in türbesi Tavşanlı Ulu Camii bahçesindedir.

İbrahim Edhem Bey Yahut Nâm-ı Diğer Molla Bey

Koca Müftü Es’seyyid Abdurrahman Efendi’nin oğludur. Aslen Andız Köyü’nden olan aile gelip Kütahya’ya yerleşmiştir. Dedesi Osman Efendi, Kütahya müftülüğü yapmıştır. Abdurrahman Efendi, babası tarafından yetiştirilmiş ve babası gibi Kütahya müftülüğünde bulunmuştur. Uzun süre müftülük yaptığından “Koca Müftü” lakabını almıştır. İbrahim Edhem Bey, işte bu Abdurrahman Efendi’nin oğludur. Abdurrahman Efendi, 1832’de vefat etmiştir. (Hamza Güner’e göre 1843’te vefat etmiştir.) İbrahim Edhem Bey, babasının nüfuzu sayesinde Kapıcıbaşı rütbesi almış, daha sonra da Hüdavendigar Valisi Dilaver Paşa’nın iltimasıyla memlekete yaptığı hayırlı işlere mükâfaten 1842’de İstabl-ı Amire müdürlüğü payesini elde etmiştir. Kilisli Münib Paşa’nın yerine 1845’te Kütahya kaymakamı olmuştur. 1847 senesinde yerine Osman Seyfi Bey getirilmiştir. 1849’da halka faizle para verdiği gerekçesiyle Trabzon’a sürülmüş, sonradan affedilerek memleketine geri dönmüştür. 1855’te Molla Bey Külliyesi’ni yaptırmıştır. 1858’de vefat etmiştir. Kızından torunları mevcuttur. Kendi ve ailesinin kabirleri külliyesi içindeki hazire alanında olup ekte paylaştığımız kabir İbrahim Edhem Bey’e aittir. Vefatında özel kasasından 2 milyon 888 bin 822 kuruş değerinde altın ve gümüş parası çıkmıştır. (Kaynak: Uzunçarşılı, Kütahya Şehri; Güner, Aksu Dergisi)

Mezar kitabesindeki metin şudur;
1- Hüve’l-Bâkî
2- Dilerim bakmaya Rabbim yüzümün karasına
3- Merhem-i şefkat (v)ura ma’siyetim yarasına
4- Kereminden ne kadar mücrim isem kesmem ümit
5- Giremez kimse efendiyle kulun arasına
6- Kütahiyye eşrâf-ı hanedân-ı kadiminden
7- Ve İstabl-ı Amîre Müdürlüğü
8- Payelilerinden Müftüzâde
9- İzzetlü merhum Es’seyyid İbrahim Edhem
10- Efendi hazretlerinin ruhuna Fâtiha
11- Sene 1275 Fî 13 Câ (19 Aralık 1858)

Saygılar.
26.04.2018

Kütahyalı Mekkelizade Gazi Müşir Ömer Rüşdü Paşa


1897 Osmanlı - Yunan Harbi'nin muzaffer ordusunun kumandanı Müşir (Mareşal) Edhem Paşa (sağda) ve bu ordunun kurmay başkanı (erkân-ı harb reisi) Kütahyalı Mekkelizade Ferik (Tümgeneral) Ömer Rüştü Paşa (solda).

Ömer Rüştü Paşa ve Edhem Paşalar bu harpten sonra artık "Gazi" unvanı almışlar, bilahare Ömer Rüştü Paşa da müşir yani mareşal olmuş, uzun yıllar Genelkurmay başkanlığı yapmış hatta "yaver-i ekrem" sıfatına haiz görülmüştü.

Seraskerliğin kaldırılıp Harbiye Nezaretinin kurulduğu 1908'de bu ünvanla meşrutiyet idaresinin ilk harbiye nazırı olmuştur. Doğruluktan şaşmamış, jurnal bataklığına saplanmamış, saray tarafından kendisinin karakteri bilindiğinden güvenilmiş ve hem istibdat, hem de sonraki dönemde kimse bu saygıdeğer kumandana hürmetten geri kalmamıştır. Cümlesine rahmet olsun.

26 Nisan 2018 Perşembe

Tarihi Mezarlıklarımız

Musalla Mezarlığından.
Ne yazık ki tarihi mezarlıklarımız acınası halde ve tüm tarihi mezarlıklarımıza hala definler sürüyor. Kendi elimizle kendi kültürümüzü yok ediyoruz. Örneğin bugün Musalla ve Sultanbağı Mezarlıklarında olduğunu bildiğimiz nice meşâhirimize ait kabir bugün ortada yok! Yazık değil mi? Biran evvel bu hatadan dönülmeli ve tarihi mezarlıklara her ne şartla olursa olsun definler durdurularak mevcut taşların bir katoloğu hazırlanmalı ve numaralandırılmalıdır. Ne yazık ki bugün Kütahya tarihi mezarlıklarında tümünün toplamı 500 eski kitabeli taş bile bulunmamaktadır. Selçuklu, Germiyan ve Osmanlı kültürü ile öğünen bir kent için acı değil mi?

Musalla Mezarlığından.
Öte yandan Musalla Mezarlığında bulunan taşlar üzerinde birileri çalışmış görülüyor. Taşların bazıları tebeşirlenmiş, bazılarının toprak altında kalan kısımları kazılmış ve bazı devrilmiş taşlar açığa çıkarılmış. Fakat özellikle devrik bazı taşlar gelişigüzel bırakılmış izlenimi verdi. Belki de öncesinde de öyle idi fakat etrafı temizlenince daha dikkat çeker hale geldi! Olabilir, vebale girmeyelim. Eğer bu bir çalışma hazırlığı ise veya halihazırda birileri bu kitabeli taşları çalışıyorsa çok memnun oluruz. Fakat buralarda yapılacak çalışmalar gel, etrafını aç, fotoğrafını çek ve sonra git, ardından metni yayınla şeklinde olmamalı. Paylaştığım örneklerde de görüldüğü üzere bu taşların hem numaralanmaya ve mezarlık içinde de kayıt altına alınıp korunmaya, hem de bazılarının ciddi bakıma ihtiyaçları var.

Lütfen tarihi mezarlıklara sahip çıkalım!

Kütahya'daki Yunan İşbirlikçileri

Yunan fotoğraflarının altında yazana göre Kütahya'daki Türk şefler. Pozlara bakılırsa namıdiğer işbirlikçiler.

Soldaki fotoğraf daha evvel yerli Rum çete üyeleri diye paylaşılmıştı birkaç yerde. Fakat fotoğrafın altında yazana göre kişiler Türk!

Ön yargılarından kurtulmuş olarak işgal Kütahya'sı [komple il olarak genişçe] çalışması yapacak bir ciddi araştırmacı elbet birgün olacaktır diye düşünüyorum.

8 Nisan 2018 Pazar

Alo (Ali) Paşa'nın Kütahya'daki Akrabaları

Başlıkta Alo Paşa yazdığıma kızmayın. Zira burada daha evvel vakti zamanında hayatta iken kendisine Alo Paşa diye hitap edildiğini resmi evrak üzerinden paylaşmıştım. Geriye doğru tarama yaparak ulaşabilirsiniz. Camiye Alo Paşa Camii denmesi bir kinaye veya bilinçsiz bir sözcük değil yani.
 
Rumeli'nde eşkiya ile iş birliği yaparak devlete asi duruma düştükten sonra, daha evvelki serkeşliklerinde olduğu gibi bu kez affedilmeyerek 1798'de idam edilen Ali Paşa'nın kesilen başı İstanbul'da Topkapı Sarayı girişinde bir müddet sergilendikten sonra Anadolu yakasına götürülüp Karacaahmet'e gömüldü. Başına da vezirlere has kallavi kabuklu sade bir baştaşı konuldu. Muhtemelen aradan geçen yıllarda taşın yeri de değişti. Bugün bile yerinden oynatıldığı görünümü taşta dikkat çekmektedir.

1794 ve 1796 senelerinde iki defa Anadolu valiliğine getirilen Ali Paşa, kendisi daha sonra Rumeli valiliğine kaydırılmış olsa da hem cami vakıf meselesinden hem de Başbakanlık Osmanlı Arşivinden tespit ettiğimize göre Kütahya'da akrabaları yaşayagelmişlerdir.

Uzunçarşılı merhum Ali Paşa'nın kendi evladı olmadığından vakfının mütevelliliğini yeğeni Sinan Bey'e verdiğini ve Kütahya'da Sinan Bey arsası denilen mahalde vaktiyle Ali Paşa'nın bir konağı bulunduğunu yazmıştır. Fakat Osmanlı Arşivinde bahsettiğim evrağın başlığında bu Sinan Bey'den "Kürt Ali Paşazade Sinan Bey" şeklinde bahsedilmiştir. 1867 tarihinde de Bu Sinan Bey'in Hüseyin Hüsnü adında bir oğlu doğmuştur. Yani Ali Paşa idam edildikten 69 yıl sonra halen Kütahya'da akrabaları mevcuttur. Fakat bu Sinan Bey eğer çok ileri yaşlarda çocuk sahibi olmadıysa Uzunçarşılı'nın verdiği bilgi bir süre sonrasına ait olmalıdır. Zira cami 1797'de tamamlanmış, Ali Paşa da 1798'de idam edilmiştir. Bu tarihlerde tevliyet alabilecek yaşlarda olsa, bahsi geçen belgeye göre oğlu Hüseyin Hüsnü doğduğunda Sinan Bey 80 yaşlarının üstünde olmalıdır. Bu da düşük ihtimaldir. Belki ilk tevliyet Sinan Bey'in babasına aittir.

Sözün özü Kütahya'da Kürt Ali Paşa-zade Sinan Bey'in 1867'de doğan oğlu Hüseyin Hüsnü Efendi'nin günümüzde soyu devam ediyor olsa gerektir. Malumunuz yakın süre önce soy ağacı sorgulama hizmeti başladı. Hüseyin Hüsnü Efendi değilse bile çocukları yani baba adı Hüseyin Hüsnü olan kayıtlar çıkacaktır. Eğer bu aile devam ediyor ve bunun bilincinde iseler tanışmak, görüşmek ve hatta dedelerinin mezarı konusunda kendilerine bilgi vermek ve yapılabilecekleri görüşmek isteriz. Bu sayfa üzerinden mesaj yoluyla bize ulaşabilirler.

Fotoğraf: Hususi arşiv, Ali Paşa'nın mezar taşı.

Saygılar...

08.04.2018

5 Nisan 2018 Perşembe

Palanga Sokağı'nın Gizli Çeşmesi



Kütahya'da daha önceleri pek çok şimdi ise ancak unutulmuş kıyı köşelerde elle sayılcak kadar az kalmış olan çamaşırlıklardan biri de Palanga Sokak'tadır. Dikkatli incelendiğinde sonradan çamaşırlığa dönüştürülmüş izlenimi veren bu mekanda gayet nizami ve kitabeli bir çeşme bulunur. Eski fotoğraflardan anladığımız kadarıyla alt taraftaki mekan da bu yapılara dahildir. Zamanla çamaşırlıkların kullanım alanlarını yitirmesi sebebiyle bu mekan da boşalmış ve mahallelinin koruması sayesinde olmalı ki zira kapısında kilit var, bugünlere gelebilmiş. 

Kitabeli çeşme mekanın içinde olup ahar denilen ilave su haznesi de mevcuttur. Hemen önünde muhtemelen kullanım amacı bir tezgah gibi olan yükselti mevcuttur. Bu iç mekan günümüzde kilitli olduğunda ki bu günümüz şartlarında yadırganacak birşey değil, çeşmenin suyu ilkel fakat halis niyetle dış cephede yer alan çeşmeye aktarılmış. Ekte yer alan görsellerde de paylaştığımız eski fotoğraftan anlaşıldığı üzere dış cephede yer alan iki sonradan ilave çeşmenin her ikisi de daha önceleri akarken herhalde suyun azalmasından olsa gerek günümüzde biri iptal edilerek sadece diğeri akmaktadır. Kendi halinde bırakılmışlığı günümüzde hemen göze çarpsa da iç mekanın kısmen müdahalelerden kilitlenerek korunması, bu kitabeli çeşmenin günümüze kadar gelmesi noktasında faydalı olmuştur.


İç mekan fotoğraflarını ancak demir parmaklık dışından çekebildiğim için kitabenin çok net bir görselini almak mümkün olamadı. Bu nedenle kitabe metnini çeşmenin eski halinin fotoğrafını da aldığımız Mustafa Kalyon'un Kütahya'da Su Medeniyeti adlı eserinden kıyas ve kontrol ederek veriyoruz;


"Hüdâ ismin oku ol şifa olsun sana her su
Şehid olan Hasan ile Hüseyin aşkına ver su
Ehl-i irfân meşrebince kâs[?] edersen işte bu
Ey efendim şifa olsun nûş edersen işte su
Sâhibü'l-hayrât ve'l-hasenât Nazlıoğlu
El'hac Ahmed Ağa .... şeb [burası kitapta yanlış] dua oku.
Sene 1235"


Eksik bıraktığım kısmı Mustafa Kalyon "fihidur/niyedur" şeklinde okumuş lakin orada hem eksik bir harf bulunmakta hem de devamından anlaşıldığı üzere yanlış değerlendirilmiş.

Kitabeden çeşmenin Nazlıoğlu Ahmed Ağa tarafından 1819/1820 senesinde [H.1235] yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Hayratı karşılığında dua bekleyen Ahmed Ağa'nın bugün bizlerden himmet bekleyen çeşmesi Kütahya'nın eski pınarlarının elde kalanlarından sadece birisi. Bir öğrenci kardeşimiz Kütahya'nın kitabeli çeşmelerini bilimsel olarak çalışacak idi. Umarım bu çalışmanın akibetinden haberdar oluruz. Zira son derece eksikliği hissedilen bir çalışma. Umarım faydalı olacaktır. O çalışmaya kadar biz birer birer elden geldiğince bu gibi tanıtımlara ve dikkat çekmelere devam edelim.

Saygılar...
05.03.2018

3 Nisan 2018 Salı

Anadolu Valisi Cafer Paşa ve Kütahya'da Bulunan Eserleri


1578 ila 1582 seneleri arasında Anadolu valiliği yaptıktan sonra Rumeli valiliğine tayin edilen Cafer Paşa (d. ? - ö.1587); Kanuni Sultan Süleyman’ın (1494-1566) son silahtarı olup Sultan’ın son seferi Zigetvar’a katılmıştır. Başkapıcı, yeniçeri ağası, Anadolu ve Rumeli valilikleri ardından kubbe veziri olmuştur. Sokullu Mehmet Paşa’nın kızı ile evlendirilmiştir. Kütahya'da bulunan eserlerinden ayrıca İstanbul Eyüp'te türbesi, medrese ve mektebi bulunmaktadır.


Cafer Paşa, Kütahya'da en çok eser bırakan valilerdendir. Kendisine ait bugün ayakta olmayan fakat Evliya Çelebi'den bildiğimiz Zeryen Mahallesinde kitabeli, ayrıca Yeşil Camii yanındaki yine bugün kitabesi yitirilmiş birer çeşmesi, Çukur mahallesinde bir mescit (tespit gerektirmektedir.), Balıklı'da bugün ha yıkıldı ha yıkılacak halde himmet bekleyen bölgenin yegane Darülkurrası ve Büyüksaka'da 1579 tarihli bir camisi ve buralara ait vakfiyesi mevcuttur.


Ekte bulunan görsel kolajı Merkez Büyüksaka'da yer alan camiye aittir. Anadolu valileri görüldüğü üzere sadece merkez sancağa değil bağlı birimlere de ihtiyaç halinde vakıf eserleri meydana getirmişlerdir. Camii son derece bakımlı olup 1942'de minaresi eklenmiş ve son olarak 2005 senesinde Vakıflar tarafından restore edilmiştir. İç mekan süslemeleri son derece zevklidir. Yolunuz düşerse muhakkak ziyaret edip görmenizi salık veririm.


Ne yazık ki hayır sahiplerin olan Cafer Paşa'nın Balıklı Mahallesindeki Darülkurrası bugün özel mülk içinde kalarak kederli bir halde yıkılıp gideceği günü beklemektedir. Yukarıda da belirttiğimiz üzere bu yapının bölgede başka bir örneği bulunmamaktadır. Muhtelif girişimler olsa da şu ana kadar bu yapının kurtarılması yolunda olumlu tek gelişme, eserin kurumlarca iddia edildiğinin aksine bir vakıf eseri oluşunun tarafımızdan tespit edilen belgelerle kanıtlanmış olmasıdır.


Allah bugün eserleri ile anılan bu muhteremlere rahmet eylesin. Bizlere düşen hayır eserleriyle çoğu emsalinden ayrılan bu hayır sahiplerinin geride dua almak amacıyla bıraktıkları eserlere sahip çıkmak ve dualarımızı yollamaktır.


Saygılar...

03.03.2018

28 Mart 2018 Çarşamba

Yunus Dede Makamı



Yunus Dede makamının düzenlenmiş hali. Gayet güzel olmuş. Eski ve burada da paylaştığımız (altta) halinde görülen taş yığıntıları kaldırılmış, iki cepheden oluşan duvar kireçlenmiş/boyanmış, metal bir kapı takılmış ve makamın çevresi metal bir kafes içine alınmış. Daha derli toplu ve makama yaraşır hale gelmiş. Vesile olanlardan Allah razı olsun. Ayrıca bir de "Yunus Dede Türbesi" yazısı konulmuş. Tek eksik makamın her iki cephesinde de bulunan çeşmelerin harap hali. 

Yunus Dede makamı, Dükkancık Mescidi'nin hemen üst tarafındadır. Paylaştığımız kolajın üstünde makamın Dükkancık Sokağından görünümü ve altta da içerisi görülüyor. (Üstte)


19 Mart 2018 Pazartesi

Kütahya'nın Hangi Pınarları?

Çeşmenin güncel hali.
Bir süredir sadece saha faaliyetleri ve araştırma/okuma yapıyorum. Bu vesileyle haftasonu gidip gördüğüm, sözde pınarları ile ünlü fakat gerçekte artık o devrin çoktan kapandığı Kütahya'dan, sadece ayakları ve kemerinin bir kısmı kalmış bir çeşme hikayesi ile yeniden karşınızdayım.
Çeşmemiz, Servi Mahallesinde, Kara Ahmet ve Servi Sokaklarının kesiştiği noktada ve buradaki bir dükkanın cephe duvarını oluşturuyor görünümünde. İsabet olmuş zira sanıyorum bu durum olmasaydı bu harabe bugünleri de görmez, çevresinde sürekli hareket olmasa kitabesi çoktan kaybolabilirdi.

Çeşme yukarıda da bahsettiğim gibi oldukça büyük sayılabilecek bir genişlikte, kemerlli ve iki büyük ayağı var. Zamanla yolun yükselmesi sonucu oluğu aşağıda kalmış. Uzun yılların ve pınarları sadece türkülerinde kalmış Kütahya'nın sahiplenmemesi ile kemerinin büyük kısmı yok olmuş ve sadece sağ ayağın üzerinde bir kısmı kalmış. Lakin kitabesi gayet iyi şekilde korunmuş. Eski fotoğraflarına göre kitabesi en azından temiz ve halen okunabilir haliyle duruyor. Tescil durumunu bilemiyorum fakat tescilli olsa sanırım bu kadar kolay boyanamaz (ki bence isabet olmuş) ve en azından sağında solunda bir tescil kaydı bulunurdu.

Kitabenin eski hali.
Kitabe bahsettiğim gibi oldukça sağlam ve kısmen okunaklı. Sadece dükkan sahibinden ricamız oldur ki kitabenin önü kapanmasın. Bu kitabelerin amacı dua almaktır. Çeşmenin eski hali ve kitabesi metinde yanlışlıklarıyla/eksiklikleriyle birlikte Mustafa Kalyon tarafından hakkında herhangi bir tarihi bilgi verilmeden yayınlanmış. Kitabenin benim okuduğum metni şöyledir;

"Zemzem-i asâ çeşme-i kıldı asâs-ı câvidân
Abdurrahman sahibü'l-hayrat serheng-i dîvan (divan çavuşu)
Gel Hüseynin aşkına iç ....... tarihin
Derd-i ataşa su gibi nakd-i devâ oldu revân.
Sene 1193" (Miladi 1779/80)

Çeşmenin eski hali.
Buradan anladığımız kadarıyla Haseki Mehmed veya Silahdar Mehmed Paşalardan birinin divan çavuşu olan Abdurrahman Ağa çeşmenin banisidir. Rahmet olsun. Suyunu bugüne değin akıtmayı başaramamışız. Keşke ihya etsek. Zira daha evvel farklı durumlarda da bahsettiğim gibi bu kitabeler bizim hakkında öğünmekten başka birşey yapmadığımız Anadolu Eyaleti dönemimizin birer kanıtı aynı zamanda.

Biz tarihe karşı sorumluluğumuzu kısmen yerine getirmek için bu kaydı yapalım da gerisini zaman gösterir elbet. Fotoğrafların günceli tarafımızdan, eski hali ve kitabenin kararmış hali yukarda bahsettiğimiz Mustafa Kalyon'un kitabından alınmıştır. Bir kelimeden emin olamadım kitabedeki çözmeye çalışacağım inşaallah.

Şimdi sormak lazım Kütahya'nın pınarları bunu mu hakediyor?

Saygılar.
19.03.2018

25 Şubat 2018 Pazar

Kütahya’ya sürülen meşhur Hâlet Efendi'nin sürgün edilmesi hakkında Sultan IV. Mustafa'nın hatt-ı hümayunu

6 Mart 1808 (7 Muharrem 1223) tarihinde reisülküttaplıktan azledilerek Kütahya’ya sürülen meşhur Hâlet Efendi'nin sürgün edilmesi hakkında Sultan IV. Mustafa'nın hatt-ı hümayunu:

"Kadıköyü'nde çok eylenmeyüb menfası (sürgün yeri) olan Kütahya'ya gitsün. Elbet emr-i hümayunum yerini bulsun."

Halet Efendi hakkında detaylı bilgi için: http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c15/c150145.pdf

Kütahya'nın Mısır Kuvvetlerince İşgali Meselesi Gibi Bazı İddialara Cevaplar


[Resim: Solda, Yunanlıların Kütahyalı Paşa dedikleri Sadrazam Reşid Mehmed Paşa ve sağda, Kütahya'yı işgal eden Mısırlı İbrahim Paşa]

Geçenlerde bazı paylaşımlarda Kütahya'nın üç sebepten dolayı cezalandırıldığı gibi tarih bilincinden uzak yaklaşımlar okudum. O zamandır aklımdaydı. Şu sıralarda da Reşid Mehmed Paşa konulu bir çalışma yapıyorken hazır bu meseleye de değinmek üzere bu yazıyı kaleme alıyorum. En kısa şekilde yazmaya gayret edeceğim. Umarım okunur...

Sosyal medya ortamında okuduğum yazılara göre, aklımda kaldığı haliyle Kütahyalılar, ilki 1511 Şah Kulu isyanında Karagöz Paşa'nın şehit edilip şehrin yağmalanmasına göz yumdukları, ikincisi 1833'te Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa'nın Kütahya'yı işgalinde karşı koymadıkları ve üçüncüsü yanlış hatırlamıyorsam Yunan işgaline karşı komple ayaklanmadıklarından dolayı devlet tarafından cezalandırılasılarmış! Yok yahu!

Değerli okuyucularımız, yukarıda paylaştığım değerlendirmede olduğu gibi, eğer 21. yüzyıl başından ve bakış açısından tarih bilmeksizin 16. ve 19. yüzyılı değerlendirirseniz elbet bu yüzeysellikle yanlış değerlendirmede bulunur, olmayan kabahatten olmayan cezayı keser, halkı da suçlu ilan edersiniz. O dönem Anadolu'sunu bilmeyiz hiç birimiz. Moğolun ardından iç savaşlarla boğuşup o güne gelmiş bezgin halk, sürekli artan vergiler, voyvoda/mütesellim zulümleri, Fatih'in reformlarının ardından Bayezid'in karşı hareketleri vs. Türlü dert vardır başta yani. Anadolu asker ve vergi kaynağıdır, Türkmendir, etrâk-ı bî-idrak'tır hatta bazı çevrelerin gözünde. Herşeyden öte fakirdir. Devletin ana vatanı ise zengin Rumeli'dir. Evet üstatlara göre Osmanlı anavatanı Rumeli olan bir devlettir. Zaten bunu da devlet yapısında etkin şekilde görürsünüz.

İlkinden girecek olursak; Şah Kulu isyanı o vakte değin devletin gördüğü en büyük isyandır. Teke'den (Antalya) katlana katlana çoğalıp Zığra önlerine gelen asilerin sayısının 20 bine yaklaşmış olduğu varsayılmaktadır. Ki bunlar sadece Kızılbaş denilip geçiştirilen Türkmen toplulukları değildi. Devlete kırgın, elinden tımarı alınıp tekkelere verilen sipahiler de bunların arasındaydı. Kütahya'ya varmadan evvel Elmalı'dan itibaren Altıntaş'a kadar yağmalaya yağmalaya gelmiş ve önünden Teke sancak beyi Şehzade Korkut'u kaçırmış bir güruhtan bahsediyoruz. İş ne oldu da Kütahyalının suçu oldu? İsyancıları küçümseyen Karagöz Paşa, Nokta adında bir adamı komutasında gönderdiği basit bir kuvvet halindeki öncülerinin bozulması üzerine başta kendisinin bulunduğu sancak kuvvetleriyle şehrin önünde asileri karşıladı ve müthiş bir cenk başladı. Asiler ilk başta bozulmaya yüz tuttular ve kaçışmaya başladılar. Fakat o evrede insanoğlunun en büyük problemi olan açgözlülük devreye girip bozulan düşman üzerine atılmak yerine yağmaya girişildi. Gafillik cenkte affedilmez! Geri dönüp saldıran asiler ganimet meraklısı askerlerimizi hemen dağıttılar ve Karagöz Paşa'yı da esir aldılar. Gerisi malum; türlü hakaretler ve rezillikler. Kütahya, Osmanlı döneminde tamamı Anadolulu, yani kendi bağrından asilerce defalarca kuşatıldı. Hani şu Celali denilip geçiştirilen isyanlar vs. Her defasında şehir tahrip edildiyse de kale asla düşmedi! Şah Kulu isyanında da böyle oldu. Kale düşmeyince ve vakit dar olunca öfke Karagöz Paşa'ya yöneldi. Önce başı kesildi, sonra kaleye karşı kazığa vuruldu. Şah Kulu kale kuşatmasını bir taraftan devam ettirip bir taraftan Bursa tarafına hareket etti. Devam eden olaylarda ordu başındaki Sadrazam Ali Paşa dahi canından oldu. Koca Osmanlı ordusu arkada, asiler önde İran sınırına dek bu mücadele devam etti. Kütahyalı ne yapsaydı? Buna göre yukarıdaki değerlendirme sağlıklı mıdır?

İkincisi ile devam edelim; Mısır kuvvetlerinin şehrimizi işgali meselesi yani. Yani bilemiyorum yukarıdaki değerlendirmeyi yapanlar Mısır kuvvetlerinin Osmanlı merkez ordusundan daha düzenli ve modern bir ordu olduğundan haberdar mıdır? İlgili dönemde Osmanlı tahtında daha sonra kendisine "Gavur Padişah" denilecek olan Sultan Mahmut II vardır. Devlet, Yanya'da isyan eden Kütahya kökenli valisi Tepedelenli Ali Paşa isyanını iki yılın sonunda, dikkat ediniz İKİ YILda ancak bastırabilmiş, Kütahya ve Ankara'ya sürülen oğulları ve torunları 1821'de yine buralarda idam edilmişlerdir. Kütahya'da bulunan Tepedelenlizade Veli Paşa ve oğlu Mehmed Paşa'yı o esnada Kütahya'da vali kaymakamı bulunan Reşid Mehmed Paşa idam etmiştir. Vali kaymakamı diyorum zira o esnada Mora'da patlayan Yunan ayaklanması sebebiyle asıl vali Ebubekir Paşa, Mora'dadır. Devlet Reşid Mehmed Paşa'ya ödül olarak vezir rütbesi verip onu da Mora'ya gönderdi. Yunan ayaklanmasını kendi kuvvetleri ile bastıramayan Osmanlı merkezi yönetimi Mısır'da sözde federal, özde bağımsız valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'dan yardım istedi. Paşa'da oğlu İbrahim Paşa'yı Girit karşılığında bölgeye donanmayla gönderdi. Reşid Mehmed Paşa, İbrahim Paşa ve diğerleri fakat asıl İbrahim Paşa'nın desteğiyle isyanın ilk etabı sert şekilde bastırıldı. Fakat müttefik kuvvetlerince Osmanlı ve Mısır donanmaları da Navarin'de yakıldı. Reşid Mehmed Paşa'ya Yunanlılar, bölgeye Kütahya'dan geldiği için Kütahyalı Paşa dediler ve adı öyle kaldı. Hatta İngilizler bile geleceğin sadrazamına Kütahi demeye başladılar. Hemen ardından da Rus Harbi başladı. Varna başarızlığı sadrazam değişikliğine sebep oldu ve Kütahyalı Paşa olarak tanınan aslen Gürcü Reşid Mehmed Paşa sadrazam oldu. Yeniçeri ocağının kaldırılması fakat yerine modern anlamdan güçlü bir ordu teşkilatı kurulamaması ciddi sorunları da beraberinde getirmiştir. Reşid Paşa başlarda başarı sağladıysa da güçlü Rus ordusu karşısında tutunamadı. Düşman Edirne'mize kadar gelince 1829 Edirne Anlaşması yapıldı. Dertler bitti mi? Elbette hayır. Sözde federal özde bağımsız Kavalalı Mehmed Ali Paşa, donanmasının yakılması ve savaş masraflarının çokluğu sebebiyle Mısır'a ilaveten Suriye'yi de istedi. Tabi ret cevabı onu durdurmadı. Oğlu İbrahim Paşa, Fransız askerlerince eğitilmiş donanımlı ve modern ordusuyla önce Akka'yı düşürdü sonra üzerine serasker tayin edilen Ağa Hüseyin Paşa'yı bozdu. 29 Temmuz 1832'de Osmanlı kuvvetlerinin bu yenilgisi Konya ovasını Mısır kuvvetlerine açık hale getirdi. Devlet önlem olarak Sadrazam Reşid Mehmed Paşa'yı serdar tayin edip bölgeye yolladı. 21 Aralık 1832'de Konya'da yapılan meydan muharebesinde Osmanlı merkez kuvvetleri yenildi. Hatta Sadrazam Reşid Mehmed Paşa da esir edildi. Adam Mısır'dan kalkıp Suriye'yi aşıyor Konya'ya ve Kütahya'ya dayanıyor, Akka kuvvetlerini, öncüleri ve iki orduyu yeniyor da suç Kütahya'ya mı kalıyor? Eğer o dönem dış güçler araya girmemiş olsa saltanat el değiştirecekti belki de. Bir anlık duraksama ve dış güçlerin kendi valisi karşısında tutunamayan zayıf Osmanlı'yı ve modern bir orduya sahip güçlü Mehmed Ali profili karşısında tercihleri bir yüzyıla yakın daha devletin yaşamasına sebep oldu. İki büyük orduyu bozarak hatta devletin sadrazamını dahi esir ederek Kütahya'ya kadar gelmiş Kavalalı İbrahim Paşa karşısında Kütahyalı ne edeydi ilgili dönemde? O dönemin Kütahyalısının İstanbul'a ve Mısır'a bakış açısına sahip misiniz? İlgili dönemde eyalet merkezliğ gitti de bir tek Kütahya'dan mı gitti? Sistem ihtiyacı karşılamadı ve değiştirildi. Bu kadar! Peki buna göre yukarıdaki değerlendirme doğru mudur?

Gelelim Yunan işgali meselesine. Bu konuda lafı fazla uzatmayacağım. Bazı okuduklarım benim de canımı fazlasıyla sıkmış halde. Fakat çok fazla soru işareti var. Bu soruların ortadan kalkması için de çok ciddi çalışmalar yapılması gerekiyor. Bu konuda D.P.Ü.'ni oldukça pasif buluyorum. Tarih alanında Kütahya'nın geçmişine hakiki manada ışık tutacak bir çalışmaya henüz ön ayak olamadılar. Kurumlar deseniz yapılmış çalışmalara sahip çıkmıyorlar. Şu durumda da Yunan işgali ve Milli Mücadele dönemi hakkında böyle bir profil ortaya çıkıyor; Yunan elini kolunu sallaya sallaya Kütahya'ya girdi ve hiç sıkıntı yaşamadı. Ahmet Öztürk Hocamızın Milli Mücadele'de zor yıllar kitabını okuyunuz. Orada kim yattı kim mücadele etti göreceksiniz. Cengiz Çetintaş Hocamızın kendi gayretiyle internette derlediklerini okuyunuz. Harp zamanlarında kimileri can verirken kimileri can derdine düşer. Lakin bu durum sadece Kütahya'ya has bir durum da değildir. Bunun da altını çizmek isterim. Bir kaide gibi şaşmaz. Şu da başka bir gerçektir ki Tavşanlı - Emet havalisinde yaşananlar, Cevizdere ve nihayetinde Dumlupınar'da vurulan darbe tarihimizin şeref sayfalarındandır. Çerkez Ethem meselesi, Yunan kralının şehrimize gelip savaş konseyini burada toplaması, Simav bölgesindeki bazı faaliyetler vs. iyice araştırılıp, ölçülüp tartılıp ona göre tarafsız laf söylenmelidir. 1912 ila 1922 arasında 10 yıldır harp etmekte olan bir millete ve eriyen ham maddesi kendi insanı olan ilimize, 2018'den saydırmak kolaya kaçmaktan öte değil!

Asıl noktaya gelecek olursak, bu yazılanlar ve ortaya atılanlar şehrimizin bir türlü sivrilemeyişine, kabuğunu kıramayışına, halkının kafa yapısını değiştiremeyişine ve kapalı kalışına bir sebepmiş gibi ortaya atılan fakat gerçekte tarih şuurundan uzak iddialardır. İtibar etmeyiniz. Milenyumun popüler mesleği tarihçilik malum. Herkes tarihçi, herkes uzman. El-insaf! Şunu diyelim; Kütahya bugün içinde bulunduğu durumdan kendi sorumludur. Bir ve beraber olmayı başaramamıştır. Kabuğunu kırmak için nitelikli kaynak sağlayamamıştır. Bu kabulümüzdür. Fakat günümüz sorunlarına kılıfı tarihten aramaktan vazgeçelim. Alakası yok zira. Boş vermişlik, neyime lazımcılık sadece biz Kütahyalılara mı has bir durum? Kahvelerde zaman öldürmek, faydalı değilde faydasız işlerle uğraşmak sadece biz Kütahyalıların mı meşgalesi? Elbet değil! Bunlar maalesef ki maalesef milletimizin kanayan yaraları. Biz de biraz daha fazla olabilir belki. Bu kanayan yaralara mantıktız yara bantları sarmaya çalışmayalım. Bahane aramak yerine vizyona sahip olsak, nitelikli bireyler yetiştirerek ben davasından biz davasına geçiş yapmış olsak bu şehir muhakkak daha farklı bir şeye dönüşecek! O sebeple aciz insan tipinin sıradan özelliği olan başarısızlığa kılıf aramaktan vazgeçelim. Kütahya cezalı falan değildir, bunlara inanmayalım! Kişi kendi cezasını kendi vicdanında verir. Biz istersek olur sevgili dostlar! Yok eğer inanacaksanız da bunlara Yıldırım Bayezid'i Timur'a Yakup Çelebi'nin yani bir Kütahyalının yakalattığını, Yunanistan'ın bağımsızlığına zemini bir Kütahyalı'nın (Tepedelenli Ali Paşa) hazırladığını vs. gibi maddeleri de ekleyin ki zengin görülsün liste...

Saygılar...

18.02.2018

18 Ocak 2018 Perşembe